1 Nisan 2014 Salı

'ÖNCE CANAN': Eskişehir’in en karakterli yapısı tren garının karşısındaydı ilkokulumuz.Müzik dersleri son saatler,lokomotiflerin makas değiştirme saatleri eşlik ederdi sınıf korosuna.’Yoldan geçen tunç yüzlü askerler’ diye başlayan marşın sınıf korosunca doğru seslendirimi aylarımızı almıştı.Hissedilir bir inat olmuştu sınıf için marşı düzgün söylemek ‘Olmadı’ sözü her çıktığında inadına daha gür sesle tekrar eder, her gür ses daha kötü söylememize sebep olurdu. Marşın devamını getiremiyorum ‘askerler’den sonra 'nınınılar' başlıyor.’Koro’ filmini seyrederken gözümde ilkokul anılarım canlandı. Ah Seyhan öğretmenim nasıl tokatlamıştın beni bir elin kulağımı çekerken,sen tokatlayınca daha fazla aşık olmuştum Canan’a.Canan şikayet etmişti, sözde onu takip etmişim evine kadar.Başka türlü nasıl öğrenebilirdim nerde oturduğunu? Alman aksanlı bozuk Türkçeli Canan…Melek kadar güzel Canan…O yaz babam Almanya’dan tatile gelmemişti,halbuki ne kadar çok istemiştim gelip bir yaz bana Almanca öğretmesini.’Ich Liebe Dich’ demeyi öğrenmek bile yeterdi.Canan beni yine şikayet ederdi ben yine tokat yerdim,bu sefer müdüre gider müdürün ağır elinden yerdim seri tokatları, güzel yazı defterini ben çaldım Canan,tüm sayfalarını yırtıp yırtıp Porsuk Nehrine bıraktım,gözlerimle aynı anda ıslandı tüm defterin.İlk şiirim Canan’dı,her gece rüyamda Orhan Veli şamarladı beni ,hırsız diye bağırıyordu.Canan ki gündüzleri gelse de geceleri hiç gelmiyordu. Şişman ve sakallı Fransız Georges Bizet şarkıyı doğru dürüst okumadığımız için bizi affetmeyeceğini söylüyordu,yoldan geçen tüm askerler tunç yüzlü değildi,80’li yıllarda başasker tüm ülkede sıkıyönetim ilan etmiş,hapishanelere tıktığı binlerce insana işkence yapıyordu,biz çok küçüktük duymuyorduk çığlıkları,bizim için tüm askerler tunç yüzlü ve vatanseverdi. Tren istasyonlarında hikaye yerine haşhaşlı çörek satılan bir ülkede yaşıyorduk.Hikayelerimiz yazılmasa da yaşanıyordu.Ahmet’i hatırladım ‘Tavuk Ahmet’ yumurta kokan,köyünden şehirdeki okula hergün kardeşiyle kilometrelerce yürüyerek gelen,her allahın günü fabrikaların köpeklerine karşı kızkardeşini koruyan O mert çocuk.’Tunç Yüzlü Askerler’ korosunun en kalın sesli arabulus çocuğu,Ahmet biz çocukken bir erkek olan Ahmet. Seni uzaktan görebilmek için kiremit fabrikalarını çevresinde ne kadar çok köpek kovaladı beni bir bilsen Canan.Ben de Ahmet kadar yürek yoktu bir daha geçemedim evinizin önünden. Canan’ın evinin önünden trenler geçerdi,o trenlerin kompartımanında domates ,peynir yiyen insanlar göçederken batıya sanki anlattıkları her hikayede Canan ve ben vardı.Bir kitap okuyup,hayatı değişen,meleğin yüzünü görebilmek için ülkeyi turlayan o çocuk bendim,devrilen her otobüsden çocukları cennete götüren melek sendin. Alman çantan sırtında kısa sarı saçların trenin rüzgarıyla karışırken trenin makasa değiştirme seanslarında saatlerce senle birlikte beklemek isterdim,zaman dursun isterdim,hat açıldığında arkandan yetişemezdim. Tunç yüzlü askerler nasıl der sonunu getiremezdim hala getiremiyorum,gezmediğim internet sitesi kalmadı şarkıyı söyleyen bir videoya rastlamadım. Tuna asi çocuk,fil hafızalı Tuna,Eurovision’da dinlediği tüm Fransızca şarkıları ertesi gün söylerdi,gamzeli Tuna,sahip olamadığım her şeyin sahibi,kıskançlığım Tuna… Yıllar sonra Tuna’nın okuduğu Galatasaray Lisesinin bahçesinde tek kelime Fransızca bilmeden Baudelaire’in ‘Le Fleur du mal’ adlı şiir kitabını okurken İstiklal Caddesi’nde Canan’ı gördüm sandım,koştum yetişmek istedim, yetişemedim,kayboluverdi kalabalığın arasında. Bazen Canan’ın hiç varolmadığını,80’li yılların ağırlığını üzerimizden atmak için ilahi bir güç tarafından gönderilen bir melek olduğunu inanmaya başlıyorum.Sanki hiç yaşanmamış gibi sahi hiç yaşanmamış gibi değil miydi hayat? Kayboluverdi güzel melek..