9 Haziran 2010 Çarşamba

Beşir'le Vals eşliğinde İsrail'in katliamları







2008 yılı Oscar adayı animasyon filmi Beşir'le Vals,İsrail'li yönetmen Ari Folman tarafından kendi hayatının bir bölümünü anlattığı büyüklere yönelik bir çzigi film.Hangi bölümü? filmin kahramanının da hatırlamadığı ki filmin kahramanı Ari Folman'dan başkası değil, bir bölüm:İsrail'in Beyrut'u işgali ve akabinde Hristiyan Faranjistlere destek verdiği Sabra ve Şatilla katliamları.Faranjistler Filistinli 1000'e aşkın insanı çoğuda çocuk,yaşlı ve kadını Lübnan'daki kamplarda katlediyorlar.Halen bitkisel hayatta yaşayan o dönemin İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron'un bu katliama destek verdiği filmde güzel bir şekilde anlatılmaktadır.
Dönemsel hafızası kaybeden ,işgalin içinde yer almış asker Ari,hafızasına yeniden kavuşabilmek için İsrail'in Beyrut'u işgali sırasında birlikte görev yaptığı silah arkadaşları eşliğinde olayları hatırlarken bir tarafdan da psikiyatrist arkadaşının psikiyatrik analizleriyle dönemsel hafıza kaybının neden olduğunu öğrenmeye çalışmaktadır.Hafıza geçirilen ağır travma karşısında savunma mekanizması kurarak yaşanılan olumsuzlukları unutmakta ve olayların içinden insanı çekmekte ,olaylar hatırlansa bile insanın olayların dışında bir izleyici gibi kendisini hissetmesine yol açmaktadır.Ari olayları hatırlarken bizde katliamı ve işgali seyretmekte,İsrail'in günahsız insanlara yapılan katliamdaki payını seyretmekteyiz.
Nazilerden öğrendiği soykırımı ve katliamı Araplara uygulayan İsrail 60 yılı aşkın süredir Ortadoğu'da arkasına aldığı Yahudi diasporasının da desteğiyle terör yaratmaktadır.Araplardan sonra şimdi de Mavi Marmara baskınıyla karşısına Türkleri alarak cephesini genişletmektedir.Nostradamus kehanetlerini doğrulamak istercesine Ortadoğu'da savaş başlatma gayreti içersindedir.
Halkla ilişkiler konusunda uzman olan yahudi diasporası her yıl ele geçirdikleri sinema ve medya sektörünün gücüyle Yahudi soykırımını taze tutmaya çalışmakta,her yıl bir filmle soykırımı dünyaya hatırlatmaya çalışmakta, mağdur bir ırk olduğunu dünyaya unutturmamaya çalışmaktadır.
İsrail ultra ortodoks yahudilerin dediği gibi zamanından önce kurulduğu için mi yoksa yaptığı katliamlar sebebiyle mi ortadan kalkacaktır işte merak edilen soruda budur.

20 Şubat 2010 Cumartesi

Dünyada en son görmek istediğiniz?



Akyuvarların sonuna kadara alkole bulaştığı anda yatakta yatmış gece 24 sonrası aptal tv programlarına zapping yaparken bir anda evet nabzın korkunç atıyor , sanki sınırdasın sanki biraz sonra bir kalp atışı diğer tarafa geçeceksin fakat bu dünyadan giderken görmek istediğin son şey ne olacak diye düşündüm.Gerçekten son şey ne olacaktı burdan giderken iyi kötü 30-40 sene geçirmiştik burda.Gerçi, zaman denen şey göreceli bir şeydi 30-40 sene kime veya neye göre ? Son görmek istediğim şey:Aptal bir show programının bir o kadar aptal ama akıllı olduğunu sanan showmaninin suratı mı ? Hayır,peki yine aptal bir Amerikan tv dizisinin sözde kahramanının yaptığı alengirli oyunlar neticesi aldığı surat şekli mi? Hayır.Görmek istediğimiz gerçekten nedir? Son dakikamızda,son saniyemizde bu yerden göçerken bilinmedik diyarlara giderken neyi görmek isteriz? İşte bu alkollü kanımla oturup bunu yazmak istedim.Gerçekten hiç düşündünüz mü? bu dünyadan giderken en son neyi veya kimi veya ne herneyse görmek istediğinizi?
Tuna ile ilgili tüm komplekslerimi,kıskançlıklarımı,aptallıklarımı bir kenara bırakmışken ve kimin okuduğunu bile bilmediğim yazıları bir kenara bırakmışken bu dünyadan belki de birkaç saniye sonra gidecekken en son nasıl bir manzara: 'scene'' görmek istiyordum? Bu dünyada James Joyce'n Ulysees romanını bile okuyamamış ama Odyssey destanı ile ilgili bir sürü abuk subuk şeyler anlatmışken bir saat öncesine kadar,neyi bilmek veya neyi görmek istiyordum son saatlerimde? Ne aptal Yunan mitolojik kahramanlarının düzen dışı hayatları,ne de Coen Kardeşlerin benzeri filmleri çekiyordu artık beni.Gorge cllooney'i çoktan bırakmıştım Missisippi bataklıklarında.
Beni çağıran tek bir şey vardı:DOĞA.Evet hem de büyük harflerle DOĞA.James Cameron'un yarattığı sanal dünyadan daha gerçek mi bilmiyorum ama DOĞA hemde bana Pandora kadar uzak olmayan bir doğa.
Sonunda içimden yüksek sesle söyledim tüm duvarları yıkarcasına,tüm kapalı kapıları kırarcasına,tüm şiirleri beynimin kıvrımlarında unuturcasına,ağzımın kuruluğunu ıslatırcasına,alkolün esrikliğini idrarlarımdan sökercesine,en sonunda görmek istediğimi manzarayı buldum,bu bana yeter.Belki ölürken görmeyeceğim bir yer olsada hayalim orda olacak.
Marmaris'den Datça'ya giden yolda dağlar tepeler aşacaksın,aşağılara inmeye başladığında bir koy bulacaksın belki çadırlar kurulmuş olacak o koya ağaçlar arasında, belki mevsimler kovmuş olacak turistleri bir Allahın kulu olmayacak işte o ağaçların arasında durgun deniz ve ağaçlar:çam, ama bayağı uzun ,güneş çıktan çıkmış yola aydınlatmış açıkları,işte ben orayı görmek istiyorum son nefesimde,son manzaram o olsun istiyorum.Ya sizin son manzaranız???? Ey bilmediğim okuyucu bana son görmek istediğiniz manzarayı yazar mısınız????????

28 Ocak 2010 Perşembe

TUNA KİREMİTÇİ'Yİ ÖLDÜRMEK 'RÜYALARDA BİLE TUTUNAMAYANLAR'




1.bölümde Tuna'nın anca yanına gelmiştik,dizi kısa özeti verirsek sonunda Tuna'ya kitap imzalatmak için sıradaydım.Sıra bize geldiğinde Tuna beni tanımakla zorlanmadı
Memleket havaları yazdım dedi.Eski karısı yanındaydı,sonradan adının Yasemin olduğunu öğrendiğim karısının 60'lardan gelme Woodstock'dan çıkmış bir hali vardı her 60'lı yıllar karakteri gibi içten ve doğaldı .Tuna'nın aslında çok iyi bir kaleci olduğunu devam etseydi şimdi büyük bir klüpde oynayabileceğinden bahsettim,birde çizdiği rangers karakterlerden hepsi mükemmel çizimlerdi.Kalecilikteki başarısını biraz tuhaf karşıladı,ama çizim yeteneğinden sanki haberi varmış gibiydi yada kocasının ne kadar yetenekli olduğunu biliyordu da garipsemedi.Kitabı ki ilk kitabıydı bu kadar ilgi görüp Türkiye'de rekor baskıya ulaşacağını herhalde O da tahmin etmiyordu,kitabını imzalayarak bana verdi.Üzerine dost kaleciden memleket havaları gibisine benzer birşeyler yazdı ardından üzerinde çalıştığı reklam şirketinin logosu olan kartvizitini verdi ,görüşebilmek umuduyla ki bunun gerçekleşmeyeceğini ikimizde biliyorduk ayrıldık.Kuyruk uzuyordu,yanında yılların yazarı Nedim Gürsel ise sıkıntıdan bir şeyler okuyordu.Belki de henüz yazmadığı 'Allah'ın kızları'kitabını kurguluyordu yada genç yazarın başarısını kıskanıyordu.Her yazar okunmak için yazar,okunduğunu bilmek sevindirir yazarı, kibirli yazarlar vardır ya ben kendim için yazıyorum diyen kesinlikle yalandır söyledikleri,kimse kendisi için yazmaz.
Eve giden yolda,arabada,akşam yediğim yemekte,içtiğim sigarada bir şekilde o muzip, yıllar geçsede değişmeyen yüzü,belirgin gamzesi karşımda bir varoluş çabası veriyordu,yoksa benim yokoluş çabam onun varoluş çabasına mı dönüşüyordu bilmiyorum.Bir bankada çalışıyor sevmediğim bir işi yapıyordum,mecburdum kıramadığım hayat prangası ayaklarıma sımsıkı bağlanmıştı.O ise benim hayallerimin tümüne kavuşmuş ve gizli gizli benden imzaladığı her kitabın karesi kadar intikam alıyordu.Yüzüme bakarken sanki 'bak ben burdayım ya sen ? diyordu.Ben Galatasaray'da okudum,ardından üniversitede sinema televizyon bölümünü bitirdim bir müzik grubum var,işte ben buyum ya sen diyordu.
Manhattan'da sefil bir şekilde mücadele veren Woody Allen filmlerindeki Allah ile sürekli hesaplaşan Yahudilerden miydim? yoksa 'John Malkovich Olmak' filmindeki başrol karakteri miydim? Kanalizasyon borusundan kayıp düştüğümde Tuna Kiremitçi olacaktım.

Korteksim o gece gündüz yaşadığım yoğun düşünceleri rüyama aktarmıştı.Oscar törenleri düzenleniyordu,bende çektiğim bir filmle yabancı dil dalında aday olmuştum,büyük bir sinema salonunda oturmuş kalabalığa bakıyordum.'And Oscar goes to' dediklerinde Tuna,yanında bir sürü kişiyle birlikte podyuma çıkmış Fransızca konuşmaya başlamıştı,yanında Candan Erçetin vardı.Film yabancı dilde aday gösterilmişti. Candan Erçetin birden Fransızca şarkı söylemeye başladı,Edith Piaf'ın bir şarkısıydı.Tuna ve ekibi ödül alıp podyumdan ayrılmalarına rağmen Candan şarkı söylemeye devam ediyordu.Ben çektiğim ve sözde aday olduğum filmin adını bile hatırlayamıyordum.Yanıma birden Jack Nicholson oturdu ,kaşlarını oynatarak,ahbap şarkı güzel boşver gel seni Los Angeles Lakers'ın maçına götüreyim bak Tuna basket oynayamıyor sen iyi bir basket oyuncusuydun,belki filmin adını hatırlarsın ayrıca artık bir önemi de yok ödülü alamadın,ben çok aldım evde öylece duruyor fazla bir önemi yok diyordu.Jack'in yanımda olmasının verdiği mutluluk, adını bile hatırlamayadığım filmimin bunca elemeden geçip aday olmasından sonra ödülü alamamasının verdiği mutsuzluğa karışıyordu.Rüyanın devamının nerde bittiğini korteksimin bildiğine emin değilim.

27 Ocak 2010 Çarşamba

The+Hurt+Locker+-+Trailer+%2F+Bande-Annonce+%232+HD+%5BV

HURT LOCKER 'BURAYA BİZİ KİM GÖNDERDİ İKİYÜZLÜĞÜ'



Avatar'ın yönetmeni James Cameron'un eski eşi Kathryn Bigelow'un yönetmenliğini yaptığı ,senaryosunun ise 'In the valley of Elah' filminin de senaryosunu yazan Mark Boal'ın yaptığı film Hurt Locker,ölümcül tuzak diye çevrilmiş.Biz 'Acı Veren Kilit' de diyebiliriz.Biz nerden geldik bu boktan yere söylemi eski bir söylem değil.40-50 yıl öncesinde Vietnam'da da aynı soruyu soran rangerslar,delta force'lar,squad timler.marinesler vardı.O kadar Vietnam filmi,gösteriler,savaş karşıtlığı ,doğum günü 4 temmuz'lar hepsi boşmuş dedirtiyor.Demek ki Amerika durmayacak, bugün Irak,Afganistan;yarın İran,Haiti bilmem daha nereler.Bu film Oscar almaz,niye almaz? Teknik mükemmel,bakış tam Akademinin sevdiği cinsden,savaş gerilimi müthiş verilmiş,hele bir sniper sahnesi varki insan kendini bilgisayar oyununda zannediyor.Niye çünkü Obama geldi,ben burdan çıkacağım dedi.Obama demokrat,Akademi demokrat,Obamacı.Şimdi durup dururken niye bu filme ödül versinler.Oylarını verdiler sorunu Obama'ya yıktılar ona inanıyorlar.Nede olsa Nobel barış ödülü bile var bu adamın.Sonunda barış olacak...
Belki 2 sene önce çekilmiş olsaydı muhtemelen Bush karşıtı Akademi bu filmi tek geçerdi.Ama şimdi zor,hele karşısında deli bütçeli Avatar gibi bir film varsa iş daha zorlaşıyor.
Film 3 kişilik bomba imha ekibinin Irak'da başından geçenleri anlatıyor.Gerilim düzeyi mükemmel verilmiş.Filmin sorunları yok değil bence en büyük sorunu başı buyruk bomba imhacısı kahramanımızın duygusal davranışları,talimatlar haricinde Rambovari hareket etmesi ve bu davranışlarının cezasız ve uyarısız kalması.En önemli sorunlu noktalardan birisi de kurtarma ekibinin hiç yardım talebinde bulunmaması ,başlarına gelen sorunları hep kendileri çözüyorlar.Zannedersin ekipmanları yok,adam Irak'dan Amerika'daki karısını bile arayabiliyor uydu telefonuyla fakat yardım istemeye gelince kahramanlık anlatılacak ya kahramanlarımızın sniperlığını göreceğiz ya yardım yok.Bu film biz neden burdayız derken bir tarafdan da kovboyların adrenalin sevdasından vazgeçemediklerini göstererek ikiyüzlü Amerikan bakışını ortaya koyuyor.İşin en tuhaf yanıda sen Lost'daki Kate'i bırak git elin Arabının koyduğu bombalarla uğraş.Kate'in sahnesi çok az onun için Kate'i özleyenlerin umudu başka bahara kalacak.
Filmi seyretmek zaman kaybı değil kesinlikle ama bıktım bu zırvalardan diyorsanız başka.Bu film kesinlikle bir Apocalypse Now değil yanından bile geçmiyor bu arada.


Filmin linkleri

http://hotfile.com/dl/20832873/07675fe/Olu...part01.rar.html
http://hotfile.com/dl/20832886/ece76d3/Olu...part02.rar.html
http://hotfile.com/dl/20832868/9938767/Olu...part03.rar.html
http://hotfile.com/dl/20832879/5c8a8d0/Olu...part04.rar.html
http://hotfile.com/dl/20832882/294750c/Olu...part05.rar.html
http://hotfile.com/dl/20832878/3a714c0/Olu...part06.rar.html
http://hotfile.com/dl/20832885/b988448/Olu...part07.rar.html
http://hotfile.com/dl/20832876/a75b21f/Olu...part08.rar.html
http://hotfile.com/dl/20832884/3d7c6c4/Olu...part09.rar.html
http://hotfile.com/dl/20832871/edbd064/Olu...part10.rar.html
http://hotfile.com/dl/20832872/accbb5d/Olu...part11.rar.html
http://hotfile.com/dl/20832874/8caab24/Olu...part12.rar.html

26 Ocak 2010 Salı

The+Blind+Side+Trailer

BLIND SIDE 'KÖR VE SİYAH BÜYÜK NOKTA'



Gerçek bir hayat hikayesi daha karşımızda.2009 yılında en fazla hasılat yapan filmler bir tanesi,çoğu Amerikalı bu filmde ağlamış,muhtemelen beyazlar.
Filmin yönetmeni John Lee Hancock deneyimli bir yönetmen değil,en son 2004 yılında 'Alamo' adında fazla ses getirmeyen bir film yönetmiş.Senaryo da yönetmenin kendisine ait.Karşımızda Alman kökenli Sandra Bullock başrolde.Julia Roberts'a gelmiş ilk teklif fakat kabul etmemiş,şimdi pişman olmuştur herhalde,çünkü Sandra Bullock filmindeki rolüyle çoğu ödülü aldı,muhtemelen Oscar'ı da evine götürecek.Tabi ki Meryl Streep karşısına Julia Child olarak çıkmazsa.
Terk edilmiş büyük ve siyah Mike'ın beyaz,Anglo Saxon ve hristiyan,zengin bir ailenin kendisiyle ilgilenmesi ,ona barınak sağlaması sayesinde bir anda hayatı değişiyor.Devamı klişe klişe ,mutlu Amerikan rüyası,sporda başarı ,eğitimde başarı vs.vs.

Kavrayamadığım devlet vesayetinde olan 17 yaşındaki bu siyah çocuğun okula gitmekle birlikte niye sokaklarda yaşadığı,gerçi kahramanımız sokak yerine daha sıcak diye okulun spor salonunu tercih ediyor.Yok mu bir yurt yada çocuk bakımevi bu Amerika'da?Demek ki yok.Film mesaj üzerine mesaj veriyor.Beyazlara ,bak Obama'yı seçtin ama siyahlara daha fazla eğitim ve olanak hakkı vermen gerek diyor,diğer tarafdan siyahlara da adam ol hakkını ver serseriliğe bulaşma,spor yap ,uslu ol gibisinden mesajlar veriyor.Mesaj kaygısı yüksek anlayacağınız.
Hele Amerikan futbolu denilen anlayamadığımız anlasak da Amerika haricinde pek sevilmeyen bir spor var filmde.Ne baseball ne Amerikan futbolu bu sporları Amerika ne kadar popüler yapmaya çalışırsa çalışsın olmuyor dünya bu sporları sevmiyor Amerika artık anla bunu.Başka bir spor keşfet yada gel uslu uslu gerçek futbol üzerine yatırım yap.

Her 4 siyahdan birinin eğitim olanağı olduğu,çoğunun hapishanelerde yada gettolarda yaşadığı bir Amerika var gerçekte.'Up in the air' filmini daha gerçekçi buluyorum bu filme göre.Hiç olmazsa daha objektif yaklaşıyor sorunlara.

Birde filmde siyah büyük oğlan üzerine yapılan test var,kişiliğinin ve zeka durumunu ölçen bir test,bu testte bizim oğlanın 'korumacı' bir kişiliğe sahip olduğu ortaya çıkıyor.Böyle bir test bizde anca özel kurumlarda yapılıyor, çocuğun geleceğine yön vermek bakımında önemli sayılabilir,sonuçta büyük oğlan ucube oyunun kör noktalarında iyi savunma yapıyor.
Filmi izlemezseniz pek birşey kaçırmazsınız ,tipik Amerikan rüyası.Aferin beyazlara daha fazla zengin olun daha fazla siyah kurtarın filan mesajı alırsınız ki bizi hiç mi hiç ilgilendirmiyor.Bizi ilgilendiren çevremizde verdiği zararlar,ölümler vs.vs.Bu akşam Hurt Locker'ı seyredeceğim yarın yazarım.Beklentim yeni bir 'Apocalypse Now'.

Filmi aşağıdaki linklerden indirebilirsiniz.

RAPIDSHARE
http://rapidshare.com/files/319236153/T.B.S.2009_WL.part1.rar
http://rapidshare.com/files/319235678/T.B.S.2009_WL.part2.rar
http://rapidshare.com/files/319235697/T.B.S.2009_WL.part3.rar
http://rapidshare.com/files/319235807/T.B.S.2009_WL.part4.rar

HOTFILE
http://hotfile.com/dl/20224069/e56fcda/T.B.S.2009_WL.part1.rar.html
http://hotfile.com/dl/20224510/bc4eb6a/T.B.S.2009_WL.part2.rar.html
http://hotfile.com/dl/20225006/a28b0a3/T.B.S.2009_WL.part3.rar.html
http://hotfile.com/dl/20225309/64a6bb2/T.B.S.2009_WL.part4.rar.html

9 Ocak 2010 Cumartesi

HAVALARDA 'UP IN THE AIR'





33 Yaşındaki genç Kanadalı yönetmen Jason Reitman'ın ilk büyük projesi olan film 'Up in the air' filmi Altın Küre'de çeşitli kategorilerde aday ,Akademi ödüllerinde de çoğu dalda aday olacağa benzeyen film,beklentilerime hiç mi hiç cevap vermedi.Sonuna kadar direnip hadi acaba şimdi mi derken film bitti.
Film Ryan adlı profesyonel işden kovucu (Amerika'da böyle bir meslek var) olarak tüm şehirleri havayolları ile gezip işden çıkacakları olaya birazda psikolojik olarak hazırlayan ,kişilerin cinsiyetlerine,ırklarına,yaşadığı yere,yaşlarına göre farklı işden çıkarım yöntemleri uygulayan bir yönetici.Yılın 300 günü havada yada otel odalarında yaşayan yalnız kovboylardan,arada seminer de veriyor masasında sırt çantası:'Bu sırt çantasına neler koyabiliriz?' sorusu ile hayat ve başarı gibi zırvalıklar anlatıyor,aslında bir bakıma kendini anlatıyor.Kendi hayat felsefesini,sırtında bir çanta içinde özel eşyalarından başka hiçbir şey olmayan uçan Ryan.
Postmodern kapitalizmin bir bakıma çöküşünü anlatması filmin olumlu yönü.Yıllarca çalışan insanlar,ödeyecekleri konut kredileri,çocuklarının okul taksitleri ve sonunda Ryan'dan bir cümle 'you are fired:kovuldunuz'.Filmin klişesi de Ryan'ın konferansı yarıda bırakıp sırt çantasına koymak istediği sevgilisinin yanına gidip artık seninle olmak istiyorum demek için uçağa atlayıp topladığı millere miller eklemesi.Filmin barometresi işte şimdi artacak dediğiniz anda aşağıya düşüyor.Sonunda bir ana fikir derken işte buluyoruz 'hayatta herşeyi kaybedebilirsiniz ama eğer yanınızda sevdiğiniz varsa takmayın çantanız sağlamdır.'
Oyunculuklarda ekstrem bir örnek görmedim,ekstre orjinal çekim tekniği de yok.Emek var evet Ryan ile birlikte tüm Amerika'yı bizde uçuyoruz ve tepeden bakıyoruz şehirlere,bu çekimler güzel.
Küresel kriz,işsizlik,hayatımızın işden mamül olması gibi güncel temalar filmin seyredebilirliğini artıran faktörler.Kapitalismin kurucusu Anglo Saxonlar bile bizden daha anlayışlı,masana sarı zarf bırakıp,giriş kartını haber vermeden iptal etmek yerine karşılıklı konuşarak bu işi yapıyorlar.Kibar olmaya çalışıyorlar.
Bence eğer boş zamanınınız çoksa,George Clooney'den hoşlanıyorsanız bu filmi seyredebilirsiniz,ama tersi durumda hiç zahmet etmeyin.